24 Şubat 2014 Pazartesi

Hayat Teselli Bulmaktır …

Hayat Teselli Bulmaktır …

Güzellik UNUT(UL)MAZ


                                                GİRİŞ
KİTAPTAN ALINTI
“İman” demişti Tagore, “ öyle bir kuştur ki ışığı hisseder ve şafak ağarmamışken bile ötmeye devam eder.”Güzelliğin bize açtığı anlarda bu dünyalı olmadığımızı, buraya bir yerlerden geldiğimizi ve bir gün asil yurdumuza döneceğimizi fark ederiz.

KİTAPTAN ALINTI
“Yirmili yaşlarının başında bir gezgindim.İspanya’nın bir kıyı kasabasında bir ses, beni kilisede o sırada sürmekte olan ayine çağırdı.Esmer bir İspanyol kızı kilisede Beatles’ın ünlü şarkısı “Let it be “ yi İspanyolca söylüyordu.Öyle içli ve öyle samimi dönüyordu ki dili, başımı sıralara gömüp ağladım.O anı ve o şarkıyı hiç unutmadım.”

KİTAPTAN ALINTI
Güzellik unutulmaz iki ezgi ve iki yapı, ruhuma izler bırakmış karşılaşma anı...
Güzellik unutulmaz.

DİPNOT
Aşağıda yazdığım özetimi yapabiliyorsanız yukarıdaki alıntıda da bahsedilen
 The Beatles ‘ ın Let it be  şarkısını fon yaparak okuyunuz.

ÖZETİM
  Sanat insanı sıradan olanın ötesine taşır.Çağımızda sanat parıltı ve ışığı yakalamak için elimizde kalan son vasıtalardan birisidir.Kutsalın olmadığı dünyada güzellikte anlamını kaybediyor.Yeni doğmuş bir kuş , toprağı kökleriyle sarmış ağaç , bizi etkileyen bir şiir , bizi ağlatan bir ezgi veya içimizi neşe ve coşkuyla dolduran bir yüz bütün bunlar bizim fark ettiğimiz kadar onlara gösterdiğimiz kadar güzeldir.
  Çünkü bütün bu güzellikler kendi başlarına güzelliklerinin hesabını veremez.Güzel şeylerle karşılaştığımızda dünyayla farklı bir ilişki içinde bulunduğumuzu hissederiz.Artık eskiden olduğumuz kişiden farklı bir kişi olmuşuzdur.Sanki tüm bu güzellikler serpiştirilmiş fakat o ana kadar onları hiç fark etmemişiz ama o andan itibaren tüm bunlar kendilerini görmeye çağırmıştır.
  Sanatsal yaratıcılık türlü oyunlardan ibarettir.Her sanatsal yaratı bir mesele taşır kendi özünde.Ya dikleniriz ona ya da teslim oluruz.Sanat , örtülerin kaldırıldığı gizli olan şeylerin aşikar olduğu uzun bir yolculuktur adeta.Sanatı böyle yapan aslında hakikattır , gizlenmiş olanın ortaya çıkmasıdır.Bu yüzden güzel bir şiirle karşılaştığımızda, onun içimzde saklı duran bir duyguyu ifşa ettiğini fark ederiz.
  Eğer şiir okuyabilseydik ya da yazabilseydik, biz de onu söyleyecektik.Eski  zamanlarda yaşamız olan EFLATUN şöyle demiştir “hayata yaklaşırken ruh Lethe’nin unutkanlık sularından içer.Biz unutmak için doğarız fakat bazılarımız mesela şairler, onlar ötelerin hatırasını taşımaya devam eder.”
  Ve şöyle der EFLATUN “ Güzellik ,an-amnesinin ilk anıdır.Unutkanlıktan uyanıştır.Nereden geldiğimizi ve neden burada bulunduğumuzu yeniden bilişimizin ilk biçimidir güzellik.”
  Eğer inanmak güzelliği görmemizi sağlıyorsa anlamlı. Eğer yüzümüzü ışığa dönmüyorsak o canım , çiçekler kokmaz bize.
 



                                                                                         Hüseyin ÇELİK

DOĞUŞTAN KÖR



Galata köprüsünde bir bahar günü kör bir adam dilencilik yapıyormuş. Dizlerinin dibine bir tabela koymuş. Tabelanın üzerinde “ DOĞUŞTAN KÖR “ yazılıymış.
    Herkes dilencinin önünden geçip gidiyormuş. Bir reklamcı bunu görmüş. Tabelayı almış, arkasına bir şeyler yazmış, olduğu yere tekrar bırakmış.
    Ne olduysa olmuş… Gelip geçen ve bu tabeladaki yeni yazıyı okuyan herkes başlamış dilencinin önündeki şapkaya para atmaya…
   Bir cümle yetmiş onca kişiyi etkilemeye ve dilencinin şapkasının kısa sürede ağzına kadar parayla dolup taşmasına…
   Ne mi yazıyormuş?
“ GÜZEL BİR BAHAR GÜNÜ… AMA BEN BAHARI GÖREMİYORUM! “
  Hikâye de anlatıldığı gibi insanları ilgi ve dikkatini çekmek etkili konuşmaktan geçmektedir. Hikâyede gözleri olmayan bu adamın kullandığı klişeleşmiş cümlelerle kendini anlatmaya çalışmak istenen hedefe ulaşmayı sağlamaz. Bu nedenle mesajı vermek istediğin kişi seni anlamaya çalışmaz ve bunun için çaba göstermez. Ne söylenirse söylensin, sunuşta karşı tarafı etkileyecek şey doğallıktır. Yukarıdaki paragrafta reklamcının tabeladaki yaptığı değişiklik insanların algısına yansımış onların iç dürtülerine dokunmuştur. Farkında olmadıkları şeyi ince bir mesaj vererek iletmiş, bu şekilde etkili olmasını sağlamıştır. Diğer taraftan insanların sempatisini kazanmak önemlidir çünkü onlar seni kendine yakın bulduğu kadar dinlemeyi sürdürür ya da bırakır. Konuşma sesin söze dönüşmesinden oluşsa da, insan kelimelerle değil resimlerle düşünür. Bir bakıma giyilen elbiselerin içini dolduran resimler, hayaller, duygular gibi…
  Yerinde kullanılacak bir söz önemli bir soruna çözüm olabileceği gibi, tam tersi yerinde ve zamanında kullanılmayan uygunsuz bir cümle kişiyi zor durumlarda bırakabilir. Öyleyse yerinde ve zamanında söylenecek sözlerimizin etkili oluşu, aynı zamanda bizim gücümüzdür. İnsanın sözü onun gücüdür.


                                                                                           

                                                                                                          Esra BAĞDAŞ

KUSURSUZLUĞU KÜÇÜK ŞEYLER OLUŞTURUR AMA KUSURSUZLUK KÜÇÜK BİR ŞEY DEĞİLDİR….


En ufak yapılan istem dışı ya da isteyerek yapılan her şey. Kusurlarımız bazen bizi biz yapan var olma sebeplerimiz. Kimi zaman minik tebessümlerimize neden olsa da aslında ufaktan kalp kıran can acıtan kusurlarımız.Var olma sebebimiz hayata inatla tutunma nedenimiz.Yaptığımız her şey doğrular ,yanlışlar , artılar ,eksiler ,kusurlar hepsi de aslında ufacık bir kıvılcımdan oluşur.Kimi zaman etrafımızda ki insanlardan tepki toplasak da bizi biz yapan şeyler.
Kusurlar her zaman göz ardı edilmese de aslında bazen yapılan doğrulardır. Minik ufacık bir şeyden oluşur. Bazen iyi ki de oluşur. Ya kusursuzluk…Ufak bir şey mi…Peki ya kusursuz insan var mıdır ?   Tabi ki de asla. Her insan kusur yapmaya müsaittir. İsteyerek ya da istemeyerek. Yaptığımız her kusur benliğimizin bir parçasıdır. Var olma nedenlerimiz …
Kusursuzluk…Yok olmadı olmayacak da.Benimsediğimiz mimik,jest,konuşma tarzı,toplumda yer edinme çabası aslında bunlarda zamanla kusurlarımız arasında var olan nedenler.Başkalarına ters düşseler de bizim için doğrudur.İşte bunlarda bizim kusurlarımız.Ama hiç kimse kusursuz değildir.Kusurlar bazen ümitlerimiz bazen de hayat kavgamız.
Kusurlar küçük şeylerden oluşur. Kusursuzluk küçük bir şey değildir. Kusurlarımız bizim hayata ve çevremizdeki insanlara karşı verdiğimiz birer teminattır aslında. Kusursuzluk hayatta var olmadığımızı gösterir.İnsanlar kusurlarıyla birlikte hoştur bazen , bazen de can acıtan kahreden şeylerdir.Kusurlu olmak bazen kusursuz olmaktan iyidir.
Var olma nedenlerimiz; kusurlarımız bizi biz yapan bizden bir parça koparan ama her defasında ders aldıran bazen de bıkmadan usanmadan aynı kusurlar üzerine oynamak. Kusursuzluk yok olmaktır sesini duyuramamak yavaş yavaş boğulmaktır.
Kusurlarımız bazen yoldan döndüren bazen yıpratan bazen yoran ama her şeye rağmen inatla bizimle var olan bizi biz yapan belki de bize bizden yakın olan kusurlarımız. Bizim nedenlerimiz….


                                                              AYŞE BİNBOĞA

MUTLULUK İÇİN DUYGU EĞİTİMİ

                               

Ne zaman bir dâhiyle konuşsam, mutluluğun artık mümkün olamayacağına emin oluyorum. Ne zaman bahçıvanımla konuşsam, bu kez de tam zıttının doğru olduğuna ikna oluyorum.” Bertrand Russel

Toplumumuzda hemen hemen hepimizin bir şekilde kullandığı yaşadığı çok önemli bir kavram olan mutluluk kavramı nedir? diye düşündüm ve bu konuda  sözlüklere baktım aşağıdaki gibi sözlük tanımlamaları ile karşılaştım.

Mutluluk, yaptığımız iş sonunda hissettiğimiz duygudur ve adeta bizim ödülümüzdür.
Mutluluk, bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumudur.

Yaşarken farkında olarak, hayatın içinde insanın kendi olabilmesiyle,  hiçbir karşılık beklemeden dünyayı, insanları çıkarsızca sevebilmedir. Değer vermesini bilebilmek, kimi zaman bir bebeğin yüzünde, yaşama ışıl ışıl gözlerle bakabilme, insanın yüzünde gülümsemeyi sağlayabilmedir.


Başarmanın coşkusunda, insanın sevdiği mesleği seçebilmesindedir. Öğrencilik döneminde ise sınavlar bittikten sonraki rahatlama, affetmenin büyüklüğünde, yeni bir gündeki doğan güneştedir. Bir şarkının sözünde, bir resmin mavisinde, şiirin dizesinde, fotoğraftaki karededir. Yolda yürürken yaşlı bir insana yardım etme, üzerine düşen sorumlulukları yerine getirerek, harcanan emek sonrası gülümseme ve göz kırpmadır.



ADI: ÖZLEM

SOYADI: SAĞLIK

GÖLGELERİN GÜCÜ ADINA


    Kemal  Sayar’ın da söz ettiği gibi, herkes sevilmek ve beğenilmek ister. Herkes özel olmak toplum içinde gözde olmak ister. Bunun için bütün güçleri onun yani kişinin kendi elinde tutması gerekir. Bu beğenilmek zaman gelir öyle hal alır ki toplumda, artık insanlar birbirlerini çekemez hal alırlar. Ama ne olursa olsun bir kişi özgüvenine güvendiği zaman onun hayatta başaramayacağı şey yoktur. Ne kadar çok çevremiz tarafından da beğenildiğimizi öğrenirsek öz güvenimiz de sürekli artar ve böylece kendimize olan güvenimizde son düzeye çıkmış olur. Çünkü her insanın ayakta durabilmesi için güce ihtiyacı vardır. Bence güç, kontrol ve otoriteye sahip olmaktır. Başka kişileri ve olayları etkileyebilme halidir. Günümüzde güç ilişkilerine etkisi olmamış insan bulmak çok zor. Rütbeleri önemsemeyen, sahip oldukları güçle başları dönmeyen insanlar günümüzde oldukça azdır. İnsanlar boyunlarına statülerden yapılma mücevherler takıyorlar; egonun yansımaları oluyorlar. Eskinin erdemli insanları vardı. Ama kapitalist düzen ilmi iyice metalaştırdı. Dünyanın hızına kapılmayanların oturup konuşabilecekleri, halleşebilecekleri durum artık söz konusu değil bence. Dünya hali giderek o kadar yobazlaşıyor ki, insanlar artık kendilerini dev aynasında görüyor. Ve durum böyle olunca kimse muhabbet edemez hale geliyor. ebep sadece bu değil yalnız işte bunu bu şekilde lanse etmek doğru değil bana göre. Kız zaten doğası gereği beğenilmeyi, iltifat almayı sever. Ben asıl kendine bakmayan , alelade bi şekilde dolaşan bayan arkadaşları anlamıyorum. önce aynaya baktığında kendisini güzel görmeli ve sevmeli insan. Ha makyajsız halini ( temizlik ve bakımdan söz etmiyorum bile) beğeniyorsa sözüm yok tabiki. Ama önce kendisi için yapar. Aynaya baktığımda kendimde kusur bulmak istemem açıkcası dışarı çıkmaktan rahatsızlık duyarım ben, bu şekilde herkes bana bakıyormuş gibi hissederim oldukça rahatsız eder bu beni. Sonra tabiki yakın çevresince hoş sözlerle karşılanmak ister bu kadına özgü güzel bi özellik neden niye diye sormak bana kalırsa şu yaşlı teyzelerin genç kızlara bakıp aralarında şu neden böyle giyinmiş şöyle yapmış acaba bişeymi var? Demesi kadar komik geliyor. Elbette karşı cins tarafındanda beğenilmek ister ama bunu sadece onlar için yapmazlar en azından ben böyle düşünüyorum. Herkes seni sevecek diye bir şart yok. Fakat bu tiplere gelince, bunlar bilinçli olarak veya bilinçsizce başkalarının hayatında küçük de olsa bir fark yapmışlardır. Ne gibi, ya insanları espirileriyle güldürmüşler, ya konuşmalarıyla kendilerini dinleyenlerde sıcak bir etki bırakmışlar, ya bazı sıcak ve sevecen tavırlarıyla kendilerini izleyenleri olumlu ve doğal bir şekilde etkilemişlerdir. Burada önemli olan onların hareketlerinin insanları etkilemek için yapmacık değil, sadece doğal olmasıdır. Bu tiplerde rekabet, kibir genelde görülmez ve çoğunda yerine göre tatlı bir gülümseme vardır. herkes gibi bir takım sorunları olmakla beraber kendileriyle barışıktırlar ve karşıdakine saygı duyduklarını hissettirirler. ama bu da doğaldır. yapmacık değil. bunlar genelde içselleştirilmiş davranışlardır. Herkes böyle olacak diye bir şart yok.
Sana tavsiyem, her şeyden önce kendini olduğun gibi kabul et eğrinle doğrunla iyi ya da kötü yanınla bu benim ve kendimle bir meselem yok de. bunu düşün ve kendi özelliklerinden şikayet etme


                                                           SEZEN KARAGÜLLE

BAŞARMAK


Başarmak için önce kendimize bir hedef koymak lazım. Bir hedef olmazsa başarmak diye bir şey olmaz. Önce hedefini koyucaksın sonra başarma yolunda ki ilk adımını atıcaksın. İnsanlar neden istedikleri bir şeyi başaramazlar çünkü sadece isterler bu insanlarda hedef yokluğu, irade zayıflığı, kısa vadeli düşünmek ya da uzağı görememek, alınganlık ve pasif direnç duygusu içerisinde yaşamak, motivasyon yetersizliği, negatif kurum kültürü, başarısızlık korkusu, standart ve kriter algısının olmaması, öğrenilmiş çaresizlik duygusu, hedefin gerektirdiği asgari yeterliliklere sahip olmamak, zaman kullanma bilincinin olmaması, objektif bir performans değerlendirme sisteminin olmaması, yanlış yorumlanmış kadercilik anlayışı, açık değil imalı iletişim kültürüne sahip olmak, sert gerçeklerle yüzleşme cesaretine sahip olmadığı için bu tür verileri görmezden gelmek vb. işte başarmak için önce bunları gerçekleştirmek gerek , üstlerindeki başaramama korkularını atmaları gerek. Başarmak için ümitsizliğe kapılmamak lazım eğer ki bir şeyi başarmak istiyorsan o hedefin peşinden yılmadan yıkılmadan koşucaksın. İnsanlar çok kez ümitsizliğe kapılır ama her ümitsizliğe kapıldıklarında da akıllarında hep bir hayalleri vardır. Hayaller olmasa hedef olmaz hedef olmasa başarmak olmaz. İnsanlar bulundukları konumlara hemen gelmiyorlar işte o büyük insanlar kendilerine bir hedef belirliyorlar ve ben bunu yapıcam diyorlar ve önlerine ne kadar olumsuz, kötü, onları pes ettircek bir çok neden gelse bile birçok kez düşseler bile hep kendi çabalarıyla düştükleri yerlerden kendi tırnaklarıyla kalkıyorlar. Bazı insanlar başaramamaktan korktuğu ve kendine güveni olmadığı için hayallerinden vazgeçtiği oluyor. William Shakespeare’in de dediği gibi ‘insanların çoğu kaybetmekten korktuğu için,sevmekten korkuyor. Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için. Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için. Ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için. Ve yaşamaktan korkuyor, kendisi için değil, başkalarına göre yaşadığı için.’ İnsanlar isterse başaramayakları hiçbir şey yoktur. Zorluklar karşısında boyun eğmek doğru değildir. Önlerine çıkan fırsatları iyi değerlendirmelidirler. Yapamam, başaramam,korkuyorum gibi kelimeleri hayatlarından çıkarmaları gerek. Çünkü insanlar bazı zorluklar karşısında dibe vursalar bile ordan nasıl kalkılacağını yine kendileri öğreniyorlar ve bu kötü günlerin bir gün geçeceğini bilmeleri gerekiyor. Zorlukları gördükten sonra pes etmemeliyiz daha da hırslanmalıyız. Yaşadığımız kötü olaylardan bir ders çıkartıp hayata daha da pozitif  bakmalıyız, çünkü her bir zorluk bize umutların kapısını açar ve biz her düştüğümüzde hedefimize daha çok yaklaşırız, bazı insanlar her düştüğünde olmuyo işte yapamıyorum, başaramayacağım demeye başlar ve işte bu kelimeler o insanı hayata yenik düşürür. Biz yenik düşmemek için mücadele etmeliyiz yaşadığımız her şey aslında bizim daha çok kuvvetlenmemizi daha iyi düşünmemizi sağlar çünkü artık hayat bize bir şeyler öğretmiştir ve daha bilinçliyizdir. Nasıl ki her zaman gece olmayıp gündüzü de yaşadığımız gibi hayatta da yaşadığımız şeyler kalıcı değildir eğer ki çabalarsak düştümüz yerden ne kadar dizlerimiz kanasa da kalkmalıyız ve bu zorlukların bir gün geçeceğini bilmeyiz. Kitapta çok etkilendiğim bir hikaye vardı çok iyi basketbol oynayan bir çocuk bir kaza geçiriyor ve arabadan tek o kurtuluyor yalnız ayağını kaybediyor ve hiçbir zaman isyan etmiyor öfkelenmiyor. Protezi takılmadan önce tek bacağıyla top sektirmeye ve basket atmaya çalışıyor ve çok kez yere düşüyordu, protezi takıldıktan sonrada çalışmalarına devam etti yine birçok kez yere düştü ama tekrar kalktı devam etti yılmadan hala basket atmaya çalışıyordu his pes etmiyordu. Antrenmanlar da sağlam arkadaşlarından daha hırslıydı ve tekrar takıma seçildi ve lise maçında başlarda hiç basket atamadı ama ben bunu yapıcam dedi ve 11 basket attı ve maç sonunda annesine ‘anne ben neden bunun başıma geldiğini biliyorum’ dedi. Annesi şaşkınlıkla ‘neden?’ diye sordu ve çocuk şu cevabı verdi: ‘Allah benim bunun üstesinden geleceğimi biliyordu. Bunu bildiği için hayatımı kurtardı.’ dedi. Bu hikaye de olduğu gibi hiçbir zaman pes etmemek gerekiyor ve başımıza ne gelirse gelsin her şeyin bir sebebi olduğuna inanmamız ve bunlar için mücadele etmemiz gerekiyor.


                                                                  MİNE ALTINTAŞ

ÖĞRENME NEDİR?

                                                    
  Bir deneyimin sonucunda davranışlarda meydana gelen sürdürülebilir ve kalıcı değişiklilerdir. Bize öğretilenler unutulduktan sonra, aklımızda kalan kısım öğrenilenlerdir.
  Öğrenme, insan yeteneklerinde büyüme sürecinin bir sonucu olmayan, sürekli bir değişmedir. Öğrenme, bir ürün ortaya koyan süreçtir. İnsanlar hayatlarının başlangıcından itibaren sürekli olarak bir şeyler öğrenirler. Pek çok şeyi bilinçsizce öğreniriz.
  
  Öğrendiklerimizin % 80-85’ini okuyarak elde ederiz.
  Ve öğrendiklerimizin % 80’ini 24 saat içinde unuturuz.



ÖĞRENDİKLERİMİZİN;

%1’ini tatma yoluyla
%1.5’unu dokunarak
%3.5’unu koklayarak
%11’ini işiterek
%83’ünü görerek öğreniriz.


                                               ÖĞRENME AŞAMALARI
1)      Bilinçsiz yetersizlik-farkında olma: Ne bilmediğimizi bilmediğimiz durumdur. Bilgisizlikten dolayı rahatsızlık duyulmaz.
2)      Bilinçli yetersizlik-bilip yapmama: Bilmediğimizin farkına vardığımız seviyedir. Bu aşamada kişi stres ve hayal kırıklığı yaşar.
3)      Bilinçsiz yeterlilik-bilip yapma: Alışkanlıkla, sürekli denemeyle öğrenen kişi bu aşamaya ulaşır. En önemi tehlikesi, alışkanlıkların etkisiyle en iyi yol benim yolum denilmesi ya da kişinin sıkılmasıdır.
4)      Bilinçli yeterlilik-mükemmel yapma: Kişisel gerçekliğe varan kişi artık iş konusunda kendisini zorlayan ne varsa onun üzerine gidebilir. Bu seviyeye varan kişi yaşamın her anından tat ve anlam bulacaktır.


                                  ÖĞRENME BARİYERLERİ
  Küçükken dünya bizim için tamamen farklıdır. Yaşamınızın ilk yıllarında öğrenme isteğiniz çok fazladır. Her şeyimizle öğrenmeye hazırızdır. Kısacası, herkes hızlı öğrenme potansiyeliyle başlar yaşama. Bunun farkına varmak hızlı öğrenme konusunda önemli bir basamaktır.
  Öğrenme engelleri şunlardır:
İNANÇLAR: İnsanlar sahip oldukları inançlar ile kendi hareket alanlarını belirlerler. Bu, neleri yapıp neleri yapmayacağımızı ortaya koyar.
ÇEVRE: Öğrenme verimliliği üzerinde çevrenin büyük bir etkisi vardır.
KORKU VE ENDİŞE: Öğrenme ortamında başarısızlığa yol açabilecek durumlar oluşmasına neden olur. Örneğin; Hata yapma korkusu ya da endişesi…
DUYUNUN HEPSİNDEN YARARLANABİLME YETERSİZLİĞİ: En yüksek düzeyde öğrenme ancak 5 duyunun hepsinden yararlanmak ve onları geliştirmekle gerçekleşir.
KONSANTRASYON VEYA ODAKLANMA YETERSİZLİĞİ: Eğer kişi öğrenmesi gereken bilgilere ilgi göstermiyorsa, konunun dışında başka bir şeyi öğrenir.
GERGİNLİK: Öğrenme açısından uygun olmayan bir durumdur. Beklentilerin fazla olması gerilimi arttırır ve öğrenmeyi engeller.
ESNEK OLMAMA: Öğrenme kalıpları yerleşik haldedir. Çünkü öğrenme stilleri genellikle  4-5 yaşlarında oluşur.
SEZGİ HATASI: Bilginin anlaşılmadığı yönünde yanlış bir duyguya kapılırız. Başka bir deyişle, kişi kafasının karıştığı veya heyecanlandığı için öğrenmediği düşüncesine kapılır. Böylece kendisini sınırlamış olur.
YARGILAMA: Öğrenme ortamında içerik veya ortamdaki insanlarla ilgili uygun olmayan ve yanlış beklentilere yol açabilen bir zehirdir.
MANTIK: Öğrenmede, geçmişteki bilgi ve deneyimlerle bağlantı kurmak, bunlar doğrultusunda mantıklı bir anlam çıkarmak gerekir.
DÜŞÜK MOTİVASYON: Kişi niçin öğrenmesi gerektiğini ortaya koyamadığı zaman oluşan bir durumdur.
PASİF TUTUM: Öğrenme aktif bir süreçtir. Arkaya yaslanarak bilgilerin “su gibi akmasını” beklemek saflık olur.
ÖZGÜVEN EKSİKLİĞİ: Kişinin özgüven eksikliği öğrenme ortamında yetersiz kalmasına veya öğrenmemesine sebep olur.
ERKEN KAPANIŞ: Öğrenmenin en büyük düşmanı “Ben bunu zaten biliyorum” kişinin “Zaten biliyorum” demesi hiçbir şey öğrenmemesine sebep olur.
PSİKOLOJİK DURUM: Kişinin duygusal durumuyla ilgilidir.



                                                                         AZİZE SARGIN

KAYBOLMUŞ GÜZELLİĞİN PEŞİNDE


Hz.  İsa  Efendimiz  havarileriyle  gezerken  yolda  çok  kötü  kokan  bir  köpek  leşine  rastlamış bu leş ne kadar kötü  kokuyor  diye  bağırmış  havarinin  biri. Hz.  İsa  hemen  cevap  vermiş. Dişlerinin  beyazlığı  ne  kadar  güzel.

Güzelliği  hayatımızdan  çıkaralı  çok  oluyor. Herşeyin  hep  kötü  yanlarını  görüyoruz.Hiç birşeye  iyi  tarafından bakmıyoruz.Biz   hep  böyle  yapınca  kalplerimiz  katılışıyor  ve  günü  geliyor  düşünemez  oluyoruz.Güzellik  hayatımızdan  çıkmış  kötülük  ve  her şeyin   çirkin  olan  tarafları  girmiş  hayatımıza  güzelliğin  izini  sürmek  varken  çirkinliğe  mağlup  oluyoruz  her defasında.Hz.  İsa  Efendimizin  ise  kalbinin  güzelliği  davranışlarında  ve  sözlerinde  yansıtmıştır.Bunu  da  kitabımızda  geçen  bir  hikayede   Kemal   Sayar  anlatmıştır.

Türk  milleti  kaybolmuş  güzelliğin  peşinde  akıp  gitmektedir. Hep  çirkin  kötü  şeyleri  düşünerek  güzellikten  mahrum  kalmıştır.Halbuki  çirkin  yönleri  görmek  insana  hiçbirşey   kazandırmaz  aksine  tüm  güzelliklerden  mahrum  bırakır  bazı  şeylerden  hep  eksik  kalırız.Geniş  düşünmeyiz  hayata  at  gözlükleriyle  bakarız  yani  hep  dar  görüşlü  oluruz.Buda  bizim   hayatımızda   daha   ileriye   gitmemizi   engeller  arkadaş   çevremiz   meslek  hayatımız   ve   hatta   ailemiz   bile   olsa.Meslek  hayatımızı   engeller   çünkü   diyelim  ki   severek   yaptığımız   bir   mesleğimiz   var   bankacılık   gibi   ama   gelin   bunun   tüm   olumsuz   yönlerine   bakalım   saatleri   bizi   çok   engelliyor .Kendimize   vakit   ayıramıyoruz   eğlenemiyoruz   arkadaşlarınızla   güzel   vakitler   geçiremiyoruz   gibi      kötü   yanlarını   sıralayabiliriz.Ama   hiç   düşünmüyoruz   ki   biz  bu   mesleği yapabilmek için ne  zorluklar  atlattık  nelerin  üstesinden  geldik  ve  en  önemlisi  sevdiğimiz  bir  mesleği  yapıyoruz.Bunları  düşünmek  yerine  hep  olumsuz  yönlerini  çirkinliklerini  görüyoruz.

Güzellik  ve  onun  tecrübesi  bizi  kendimizden  alır. Güzel  şeylerle  karşılaştığımızda  sanki  dünya  ile  farklı  bir  ilişki  içinde  bulunduğumuzu  hissederiz. Güzelliğin bize kendisini açtığı anlarda bu dünyalı  olmadığımızı  buraya  bir  yerlerden  geldiğimizi ve  bir gün  asıl  yurdumuza  döneceğimizi fark  ederiz. Artık  biraz  önce  olduğumuzdan  daha  farklı  bir  insan  olmuşuzdur.Sanki  güzel  şeyler  dünyanın  orasına  burasına  serpiştirilmiştir  ve  biz de  onları  kendi  çabamızla   davranışlarımızla  ve  düşüncelerimizle  bulmaya  çalışıyoruz.

Güzellik  hepimizin yitik  hazinesi. Uykulardan  uyanmak  ve  kim  olduğumuzu  hatırlatmak  güzellik  için  onu  her  daim  aramanız  gerek .İnanmak  güzelliği  görmeyi  mümkün  kılıyorsa  anlamlı.Güzelliği   görmeyi   mümkün  kılmıyorsa  yüzünü  güzelliklere , doğru şeylere, ışığa dönmüyorsan
 “  A CANIM ÇİÇEKLER BİLE GÜZEL KOKMAZ SANA”…
   


                                                                         FADİME UYAR

MÜMİN SEKMAN _LİMİT SİZSİNİZ_

                                        
Kitabın kapağı kadar içeriğini de başarılı bulduğumu söylemeliyim. Genelde kişisel  gelişim kitaplarının insanı bir anlık havaya soktuğuna inanırım ama bu kitap gerçekten kafamdaki tabuları yıkacak kadar kuvvetliydi. Bunca seçim ve bolluk içinde kendimizi nasıl kilitlediğimizi , öğrenilmiş çaresizliklerimizi bir şekilde gösteriyor. Hayat ne kadar zor olursa olsun kolaylıkları yani limitleri nasıl aşanlar olduğunu anlatarak bizimde bu limitleri aşacağımızı gösteriyor. Sınırı çizen kuralları koyan biziz , herkesin kendi hayatı var ve bunu nasıl yaşamamız gerektiğine karar veren de biziz. Herkes kendi için birşeyler yapmak ister ; bazısı renklerle tedavi olmak ister , bazısı meditasyon yapar , bazısı tıbbi tedavi yolu dener , bazısı bitkilerle tedavi ister. Sonuçta herkes kendine uygun bir yol arar ve bulur. Bu kitapta pozitif düşüncelere sevk edecek davranışlara öncülük etmeyi , sonuçları alana dek sabırla denemeleri gerektiğini anlatmaktadır. Gündelik hayat içerisinde akıp giderken neleri ıskaladığımızı bize gösterirken içimizde derinlerde bir yerde kalmış istekleri , hedefleri ve duyguları gün yüzüne çıkarıyor. Adeta bir toz bezi gibi üstü tozlanmış bu duyguları parlatarak tekrar önümüze koyuyor. Aslında hayat biz onu nasıl görmek istersek öyle gözükür bize ve yine herşey bizim elimizde. Hayatımızın ipleri bizde limit biziz sınırımızı sadece biz belirleyebiliriz. LİMİT SİZSENİZ LİMİT SİZSİNİZZZZZZZ …!



YAZAN : BELMA DEMİROK