Türkiye 1980’nin başlarından itibaren uyguladığı dışa açık ihracata
dönük sanayileşme stratejisi neticesinde önemli başarılar yakalanmış, dışa
dönük bir girişimci sınıfı oluşmuş, Anadolu’da birçok kent önemli atılımlar
gerçekleştirmiştir. Böylesi önemli adımlar atılırken yapısal bazı değişiklikler
gerçekleşmemiş ve başarılamamıştır. Bu yapısal sorunların başında;
·
Hızlı nüfus artışı ve hızlı nüfus artışına bağlı
başta çarpık kentleşme olmak üzere işsizlik ve kayıt dışı ekonomi,
·
Tarım reformunun gerçekleşmemiş olması nedeniyle
verimlilik artışının sağlanması ve destekleme vs. politikaları ile dünya ile
rekabet edilememesi
·
İthalata bağımlı bir sanayi yapısı nedeniyle
kesintisiz bir üretime gidilememesi, ihracatta ürün çeşitliliği sağlanamaması,
·
Gelir dağılımında yaşanan çarpıklıklar,
·
Enflasyonun bir türlü makul seviyelere
indirilememesi,
Gibi önemli unsurlar gelmektedir. Bütün bu sorunlar detaylı
olarak incelendiğinde ortaya kamu sektörünün başarısızlığı çıkmaktadır.
Neticede sayılan bu sorunlara (şüphesiz burada atlanmış olan diğer birçok sorunda
da) çözüm üretecek ve hayata geçirecek tek unsur kamu sektörüdür.
20. yüzyılın sonuna
geldiğinde Türkiye ekonomisi kamu sektörü çıkmazı ile karşı karşıya bulunmaktadır.
Devletin klasik görevleri olarak tanımlanan güvenlik, savunma, yargı alt yapı
hizmetleri gibi alanların yanı sıra, eğitim ve sağlık gibi yarı kurumsal
alanlarda da kamu sektörünün Başarlı olduğundan bahsetmek mümkün değildir.
Türkiye’de kamu sektörü kaynak tüketilen makro dengeleri bozan, büyüme hızını
düşüren, mali disiplini bozarak enflasyona neden olan en önemli unsur
olmaktadır.
Türkiye’de kamu
sektörü her dönemde ciddi bir sorun olmuş, ancak son dönemde yaşanan sorunların
temek nedeni olarak ön plana çıkmıştır. Gerek söylem gerekse uygulama açısından
değişim ihtiyacı artık bir zorunluluk
olmuş, değişim yaşayan ülkelerde ekonomik gelişimin ağırlığı ;koordinasyon ve
kapasite anlamında “güçlü”, operasyonel işlevler yönünden “verimli ve etkin”
kararların uygulanması ve politika oluşturulması bakımdan “saydam”, vatandaşlara karşı
“sorumlu” piyasa mekanizmasının işleyişine “saygılı” bir devlet anlayışına
kaymıştır.
Devlet üstlendiği
işlevleri kurallar ve kurumlar aracılığıyla yerine getirmektedir. Belirlenen
kurallar ve uygulayıcı kurumların kalitesi kamu sektörünün kalitesini
yükseltmekte ve vatandaşların refahını artmaktadır. Aksi durum ise yoksulluk ve
yolsuzluğun temelini oluşturmaktadır. Kamu sektörünün kalitesizliği ekonomik
büyümeyi engelleyici, işsizliği ve enflasyonu artırıcı ekonomik göstergeleri
bozucu etkiler oluşturmaktadır. Devlet her ne kadar ülkenin içinde bulunduğu
sorunları çözmekte bir araç olarak görülse de, 20. Yüzyılın sonlarında çoğu
zaman sorunların kaynağı olmuştur.
Her vesileyle
belirtildiği gibi, 24 Ocak 1980 kararları ile Türk ekonomisinin hem yapısında,
hem de ekonomi politikaları anlayışında önemli dönüşümler yaşanmıştır. Her ne
kadar istikrar paketi olarak adlandırılsa da bu kararlarla ekonomik gelişmemiz
yörünge değiştirmiş. Amaçlara erişmede “serbest piyasa ekonomisi” aracı
kullanılması prensip edinilmiştir. Küreselleşme olgusunun yaşandığı dünyada tüm
bu gelişmeleri “çağdaş” olarak nitelendirmek mümkündür. İşte bütün bu çağdaş
gelişmelerin olumlu sonuç vermesi için geniş kesimlerce kamu sektörünce derhal
hayata geçirilmesi talep edilen açılımlar aşağıda sıralanmıştır.
1. Kamu Harcamalarının Disiplin Altına
Alınması İçin Yasal Düzenlemeler; Kamu harcamaları dikkatle incelendiğinde
çıkan tablo aşırı israftır. Özellikle, popülist yaklaşımların sonucu olan
sübvansiyonların ve seçim ekonomisi uygulamalarının önüne geçilmelidir. Ülkemizde kamu harcamalarında zorunlu
kısıtlamaya gidildiğinde ilk olarak gündeme personel harcamaları ve kamu
yatırımları gelmektedir. Oysa bu iki harcama kaleminde kısıtlamaya gitmek
toplumsal huzursuzluklara yol açmaktadır. Zaten geliri düşük olan kamu
personelinin gelirini daha kısmak sosyal patlamalara kadar gidebilir. Aynı
şekilde yatırım harcamalarında kısıtlamalar öncelikle eğitim ve sağlık
harcamalarında gerçekleştiğinden sonuçları olumsuz olmaktadır. Ayrıca alt yapı
yatırımlarının kısılması ekonomide başka dengesizliklere neden olabilmektedir.
O halde yapılması gereken öncelikle transfer harcamalarının disiplin altına
alınmasıdır.
2.
Vergi
reformu; Türk Vergi Sistemi'nin çağdaş bir nitelik kazanması
yönünde 1925 yılında Aşarın kaldırılması ile başlayan reform girişimleri,
günümüze kadar (gerçek anlamda
Reform olarak değerlendirilmesi tartışmalı olan
değişiklikler varsa da) süregelmiştir. Bu çalışmada öncelikle, vergi reformu
kavramı tanımlanmaya çalışılacak ve vergi politikasının kamu gelirleri ile
ilişkisine vergi reformu penceresinden bakılacaktır. Vergi reformunun geçmişten
günümüze yaşadığı değişim süreci ve bu süreçten beklentiler, bu reformun mali
etkinlik hedefi olarak ele alınmış; dolayısıyla da vergi tabanı ve vergi
oranlarının tekrar düzenlenmesi gibi kavramların reforma yönelik niteliğinin
ortaya konulması hedeflenmiştir. Şüphesiz vergi reformu söz konusu süreçte
reform hedeflerine yönelik tek başına ele alınan bir kavram değildir. Bu
bağlamda reform kriterlerinin mali teşvikler çerçevesinde ele alındığı ve
etkinliğinin izlendiği süreç, vergi reformunun yapısal özelliklerini anlamak
için daha anlamlı kabul edilmektedir. Dolayısıyla da çalışmamızda vergi reformu
sürecinin daha geniş bir mali olgu olarak irdelenmesi ve gelişmekte olan
ülkelerde etkin işleyen ve uygulanabilir bir vergi reformunun neyi ifade ettiği
ele alınacaktır.
Ülkemizde vergi sistemi rasyonel bir
vergi sistemi önerilerine uyum sağlamamaktadır. Bu nedenle; vergi sisteminin
etkinliğini artıracak, gerekiyorsa vergi oranlarını düşürerek vergi tabanını
yaygınlaştıracak, vergi kaçakçılığını önleyip kayıt dışı ekonomiyi mümkün
olduğu kadar azaltacak bir dizi yeni düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır.
Ayrıca vergi idaresinde modernizasyon sağlayarak etkinliğini artıracak, cezaların
caydırıcı düzeylere getirilmesi ile vergi toplamayı sağlıklı hale getirecek ve
vergi sistemini basitleştirerek vergi vermeye teşvik edecek köklü bir vergi
reformu kaçınılmazdır.
3. Özelleştirme; Türkiye’de Kamu İktisadi
Teşebbüsleri siyasi otoritenin emrinde ve piyasa ekonomisi anlayışına ters
olarak çalışmaktadır. Bu nedenle bu kuruluşlar siyasi otoritenin kontrolünden
vakit geçirilmeden çıkarılmalıdır. Bunun en etkili yolu özelleştirmedir. Özelleştirme
ile ilgili yasal düzenlemeler vakit geçirmeden tamamlanmalı ve özelleştirilmesi
gereken kurumların satışı gerçekleştirilmelidir. Ancak özelleştirme stratejisi
gözden geçirilmeli
blok satış veya yabancılara satış yerine halka çalışanlara satış yöntemleri
benimsenmelidir.
Özelleştirmenin amaçları
Özelleştirmenin
ana felsefesi, devletin, asli görevleri olan genel yönetim,
Adalet
ve güvenliğin sağlanması ile özel sektör tarafından yüklenilemeyecek
Yatırımlara
yönelmesi, ekonomik faaliyetlerin ise özel sektör tarafından gerçekleştirilmesidir.
Özelleştirmenin
temel amaçları; rekabete dayalı piyasa ekonomisinin oluşturularak, üretimde
verimlilik ve etkinliğin sağlanması, kamu finansmanının zarar eden kuruluşların
yarattığı mali yükten kurtarılması ve sabit sermaye yatırımlarının özel sektör
tarafından gerçekleştirilerek toplum refahının Artırılması olarak
sıralanabilir. Özelleştirmenin, serbest piyasa ekonomisine işlerlik
kazandırılması, sermaye piyasasının geliştirilmesi, verimliliğin artırılması,
gelir dağılımının düzeltilmesi, yabancı sermaye girişinin artırılması ve kamu
teşebbüslerindeki gizli işsizliğin ortadan kaldırılması gibi ekonomik amaçları;
enflasyonla mücadele, devlete gelir sağlama, fonların etkin kullanımı ve denk
bütçenin sağlanması gibi mali amaçları; sermayenin tabana yayılmasını sağlamak
ve siyasi felsefeyi uygulamaya koymak gibi sosyal ve siyasi amaçları vardır. Bu
doğrultuda tekelleşmenin önlenmesi ve oluşan tekellerin hâkim durumlarını tüketici
aleyhine kötüye kullanmalarının engellenmesi, rekabeti engelleyen unsurların
bertaraf edilerek etkin rekabet ortamının oluşturulması ve ulusal çıkarların
zarar görmemesi için gerekli tedbirlerin alınması özelleştirme uygulamalarının başarısı
için gereklidir.
Bunu
gerçekleştirmeye yönelik olarak ilgi ve görev alanına göre piyasaların
düzenlenmesi ve denetlenmesinden sorumlu olan Rekabet Kurumu, Telekomünikasyon
Kurumu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu ve Şeker Kurumu gibi kurumlar ile
işbirliği ve eşgüdüm hayati öneme sahiptir.
4. Sosyal Güvenlik Reformu; Sosyal
Güvenlik Kurumları kamu sektöründe önemli yük kaynağı olmaktan çıkarılmalıdır.
Bunu başarmanın temel koşulu primlerin zamanında tahsili ve harcamaların
kontrol altına alınmasını sağlamaktır. Bu nedenle konu ile ilgili uzmanların
önerileri doğrultusunda zaman geçirilmeden gerekli önlemler alınmalıdır.
YAZAR: GİZEM GÜRSOY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder